Fotoğraf: unsplash
Hiçbir felsefe ya da öğreti duygusuz yaşamayı öğütlemez. Duyguların mantıklı karar alma mekanizmamızı etkilememesi gerektiğini ve onların etkisiyle mantıksız şeyler yapmamamızı öğütler.
Sevdiğimiz bir insanı kaybetmek, yaşayan her insanın yaşayacağı tatsız bir tecrübedir. Bu durumda üzülmek verilecek ilk ve en doğal tepkidir. Ancak, bu üzülmenin belli bir dozda kalması gerekiyor. Eğer hayatımızı yaşamamıza engel olmaya başlarsa, o zaman mantıksız bir şekle bürünüyor.
Üzülmemizin birden fazla nedeni olabilir: O insanı daha fazla göremeyeceğimiz için üzülebiliriz, o insanla yaptığımız gereksiz tartışmalarla onu üzdüğümüz zamanları düşünüp üzülebiliriz, o insanın kurduğu hayalleri ve yapamadıklarını düşünerek üzülebiliriz.
Bu üzüntülerin bazısı bizle ilgilidir. Biz o insanı göremeyeceğimiz ve onunla vakit geçiremeyeceğimiz için üzülürüz, sevdiğimiz insanın daha kötü bir yere gittiğini düşündüğümüz için değil. Ancak diğeri, sevdiğimiz için üzülmektir. O insanın hedeflerine ulaşma fırsatı yakalamadığını düşündüğümüz için üzülürüz.
Bu durumda, biz o insan için yaşamalı ve biz kendi hayallerimize ulaşmaya çaba göstermeliyiz. Budizm’e ve Stoacılığa göre, insanları birbirinden ayıran bir benlik yoktur. Marcus Aurelius şöyle diyor: “Bedenin organlarının bir arada olmaları gibi, düşünebilen varlıklar da birbirinden ayrı özelliklerde olsalar da bir arada hareket etmek için yaratılmışlardır. Ancak kendi kendine sık sık “Ben düşünen tek bir bedenin bir uzvuyum” dersen, bunu daha iyi kavrarsın. Ancak bir harf değiştirip, ‘Ben bütünün bir parçasıyım’ dersen henüz insanları yürekten sevmediğin, herhangi biri için iyilik yapmaktan neşelenmediğin, yaptığın işi hala öylesine yaptığın, hatta iyilik olarak bile düşünmediğin anlamına gelir.”
Her insan bir şekilde birbirine bağlı olduğu için, sevdiklerimiz de bizimle beraber tüm başarılarımızı tecrübe etmiş olacaktır.
Bu fikir ilk bakışta çok zorlama bir şey olarak gözükse de, hepimizin hayatında yaşadığı benzer tecrübeler vardır. Eminim ki, sevdiğiniz bir arkadaşınızın hedeflerine ulaşmasısizi de, hiçbir şekilde çıkar sahibi olmamanıza rağmen çok mutlu etmiştir. Arkadaşınızın anne, baba olması ya da bir araba, ev alması sizi de sanki ona kendiniz sahip olmuşçasına mutlu edebilir.
Kendimiz fiziksel olarak bir şeye sahip olmasak bile, sevdiklerimizin sahip olması bizi mutlu edecektir.
Bir çalışma yapalım: Sevdiğimiz bir insanı kaybettiğimizi düşünmek yerine, planı tersine çevirelim. Biz vefat edelim ve yasımızı tutacak olanları görebildiğimizi düşünelim.
Böyle bir durumda, aynı yukarıdaki örnek gibi, sevdiğiniz insanın hedeflerine ulaşması sizi mutlu etmeyecek mi? Yoksa hayatlarını yaşamaları yerine o insanların sizin için yas tutmasını ve yaşamı ertelemelerini mi isterdiniz?
O yaptı ama ben yapamadım diyerek hayıflanır mısınız, yoksa ben yapamadım ama o yaptı diye sevinir misiniz?
Sevdiğimiz bir insanı kaybetmek hiçbir zaman yaşamak istemememize rağmen, yaşamak zorunda olduğumuz bir gerçek. Buna üzülmek bir zayıflık olmadığı gibi, üzülmemek de bir üstünlük değil.
Her ulaştığımız hedef ve başarı ile edindiğimiz mutluluk, sadece bizim değil, sevdiklerimizin de mutluluğudur. Çünkü gerçek sevgi, ikilik değil birliktir. Birinin mutluluğu, sevdiğinin ve seveninin de mutluluğudur.