Epiktetos, bir kölenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve 30 yaşına kadar, zalim bir sahibin altında köle olarak yaşamıştır. Kendisi Türkiye topraklarında dünyaya gelmiştir.
Epiktetos hayatı boyunca topal gezmiştir ve bunun nedeni sahibinin onun sadece zevk için ayağını kırmasındandır. Ancak Epiktetos bunu sorun etmemiş ve şu sözü söylemiştir: “Topallık yürümeye engeldir, iradeye değil.”
Kaderci bir insandır. İnsanın elindeki en büyük gücün seçim olduğunu savunmuştur. Bunu sadece sözlerle değil aynı zamanda yaptıklarıyla da ispatlamıştır. Kendisi hayatımızı bir tiyatro oyununa benzeterek şöyle söyler: “Yapımcının istediği şekilde yönetilen bir oyunda sadece bir aktör olduğunu unutma. Kısaysa ya da uzunsa bu onun isteğidir. Eğer dilenci rolünü oynamanı isterse, bunu elinden gelen en iyi şekilde oynamaya çalış ve senden beklenen rol bir topal, devlet adamı olmanı isterse de aynı şekilde davran. Senin işin, sana verilen rolü en iyi şekilde oynamaktır; rolü seçmek değil.”
Epiktetos, konumu gereği nüfuz sahibi insanların nasıl aldatmacalı bir hayat yaşadığını direkt gördüğü ve onların aslında özgürlükten çok uzak olduğunu fark ettiği için, azad edildikten sonra şan, şöhret ya da böyle bir güç kovalamamıştır.
Kendisini felsefe eğitimine vererek, hayatı sürgünlerle geçmiş bir stoacı filozof olan Musonius Rufus’un altında dersler almaya başlamıştır. Kendisini bu alanda geliştirip, ciddi sayıda öğrencisi olan bir filozof haline dönüşmüştür. Diğer bilinen stoacıların birçoğu siyasete atılmış olsa da, kendisi akademik bir hayatı tercih etmiştir.
Filozoflar Roma’dan kovulduktan sonra kendisi stoacılığın kökeni olan Yunan topraklarına gitmiş ve orada ders vermeye devam etmiştir. Bu süreç içerisinde uzaklardan bile hatrı sayılır insanlar derslerini dinlemeye gelmişlerdir. Bunlardan biri de ileride Roma imparatoru olacak Hadrian’dır. Hatta, torunu Marcus Aurelius; Epiktetos’un derslerini okuyarak stoacılığı sevecek ve ileride stoacı bir filozof kral olacaktır.
Epiktetos olayları ikiye ayırır. Kontrolümüzde olan olaylar ve kontrolümüzde olmayan olaylar. Bu ayrımı yaptıktan sonra, geriye kalan şey ise bizim kontrolümüzde olan şeylere odaklanmaktır. Davranışlarımız, duygularımız, isteklerimiz, arzularımız. Bize olanlar hakkında kurduğumuz düşünceler ve vardığımız yargılar. Bunlar bizim kontrol edebileceğimiz şeylerdir.
Her ne kadar aciz yaratıklar bile olsak, verdiğimiz tepkileri kontrol etme hakkı hep bizde saklıdır. Şöyle der: “Bacağımı bağlayabilirsin, ancak Zeus bile özgür seçim hakkımı elimden alamaz.”
Her ne şekilde provoke edilirsek edilelim, onlara vereceğimiz tepki bizim elimizdedir. O anın heyecanına ya da öfkesine kapılarak fevri bir yanıt verebiliriz. Ancak eğer bu vereceğimiz yanıtı biraz geciktirirsek, kontrolümüz dışında bir şey yapmayı engelleyebiliriz.
Viktor Frankl’ın öncüsü olduğu logoterapi akımının modern stoacılık olarak görülme nedenlerinden biri de, kendisinin de insanın her daim kontrol ve bakış açısı gücünü elinde bulundurmasıdır. Kendisine göre, insanın en büyük özgürlüğü karşısına çıkan şeylere nasıl bakacağını seçebilme özelliğidir.
Epiktetos, insanın en büyük iki hatasını şöyle tanımlar: Dayanıklılık ve otokontrol eksiği. Dayanmamız ve direnmemiz gereken zorluklara dayanamamamız, ve geri durmamız gereken eylem ve zevklere karşı koyamamamız.
“Bu sebeple, eğer bir kişi şu iki sözü yürekten kabul eder, ve kendisine rehber olması için kullanırsa, günahtan uzak durur ve huzur dolu bir hayat yaşar. Bu iki kelime: Diren ve sakın.”
Zorluklar karşısında direncini koru ve doğru olmayandan sakın.