Görsel: Iconfinder
Hüzün, neşenin tam zıttı gibi dursa da, bizi çoğu zaman empatiye ve şefkate doğru götürüp, aslında birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatan bir duygu. Yapılan çalışmaların gösterdiğine göre öfke ya da korkudan çok daha dayanıklı. Öfkemiz 30 dakika gibi bir süre içerisinde sönüp giderken, üzüntü beş güne kadar dayanabiliyor.
Joseph Forgas’ın çalışmalarına göre, orta seviyede bir hüzün insan için yararlı olabilir. Sonuçlara göre hüzünlü insanların farkındalığı daha fazla olduğu gibi, kendini mutlu olarak gören diğerlerine göre daha cömertler.
Yaptığı bir çalışmada oynanan oyunda, katılımcılar hem kendilerine hem de etrafındakilere ne kadar para vereceklerine karar veriyor. Hüzünlü olanların etrafındakilere verdikleri para diğerlerine göre anlamlı bir farkla daha fazla. Yani aslında hüzün, empati ve cömertlik duygularını besleyebiliyor.
Bazı durumlarda bizi hüzünlendirecek hiçbir şey olmasa bile, kendimizi melankolik şarkılar dinlerken ya da hüzünlü yazılar okurken bulabiliyoruz. Duygusal ya da hüzünlü bir film, dizi izleyebiliyoruz. Bu bizi mutsuz yapmıyor aslında, o duygu sayesinde empatimiz ve belki de merhametimiz gelişiyor.
Bununla beraber, hüzün aslında insanlara, etrafında desteğe ihtiyacı olan insanlara uzanma fırsatı da sağlıyor. Mıç mıç bir ilişki içerisinde olduğumuz insanlarla bağımızın güçlenmesi zordur. Zor zamanlar, acı ve hüzün içeren durumlar bu bağı güçlendirmek için çok daha etkilidir.
Bir cenaze buna çok net bir örnek olacaktır. Cenaze hüznün kol gezdiği bir ortam olmasına rağmen, bir cenaze ortamında hüzünle birlikte şunları da görürüz: Nezaket, anlayış ve sevgi. Bu kolektif hüzün, insanların birbirine sevgi ve şefkat göstermesi ve onları rahatlatmak için çaba göstermesi için bir fırsattır.
Hüzün ve neşeyi birbirinden ayırmaya çalışmak doğru değildir. Doğada her şey birbiriyle var olur ve birbirine bağlıdır. Hiç acı çekmek istemiyorum demek, hiç mutlu olmak istemiyorum demektir. Bunlardan bir tanesini yok etmeye değil, bu kavramlar ile ilgili kendi oluşturduğumuz hatalı yargıları fark edip bunlardan kurtulmaya çalışmalıyız.
Marcus Aurelius şöyle diyor: “Madde sürekli akan bir nehir gibidir, şeylerin eylemleri sürekli değişir, nedenleri sonsuz çeşitliliktedir ve neredeyse hemen elinin altındaki şey de dahil olmak üzere hiçbir şey durağan değildir.”
Yaşadığımız, hissettiğimiz keyifli ya da keyifsiz her his geçecektir. Bu onları yaşamayı boş hale getirmez zira yaşam dediğimiz bir süreç değil bir “an”dır.