Zaman zaman stoacılıktan, stoacı filozofların sözlerinden ve tarihinden bahsedeceğim. Bu yazı ise Stoacılık kavramına bir giriş amacıyla yazılmaktadır.
Stoacılığı antik ve Roma stoacılığı olarak iki parçaya ayırabiliriz. Bunların arasındaki akademik farklarla çok ilgilenmeye gerek yok. Zira stoacılık dediğimizde genellikle elimizdeki kaynaklar Roma stoacılığına aittir ve baktığımızda karşımıza üç isim çıkar: Marcus Aurelius, Seneca ve Epiktetos. Ancak stoacılıkla ilgili Cicero’nun (kendisi bir stoacı değildir) yazıları da ciddi bir kaynak olmuştur.
Sokrates’e göre, insanın yapması gereken şey doğasına uygun şekilde davranmasıdır. Kendisi “iyi” kavramını, bir şeyin amacına uygun şekilde işleviyle gösterir. Örneğin bir bıçak keskinse ve kesme işlemini iyi yapıyorsa, iyi bir bıçaktır. Eğer bir çöp torbası çöpü sızdırmıyorsa, içinde ne taşıyorsa taşısın iyi bir çöp torbasıdır. Stoacılığın kökeni de Socrates’e kadar dayanır. Kıbrıslı Zenon, Ksenofon’un Sokrates’i anlattığı bir kitabını okuduktan sonra öyle bir insan arayışına girmiş ve Sinik bir filozofun yanında eğitim almaya başlamış ve ardından stoacılık okulunu kurmuştur. Stoacılık için en önemli şey de aslında bu insanın doğasına (doğaya) uygun şekilde yaşamasıdır.
Stoacılık, kaderci bir anlayışa sahiptir. İnsan, başına geleceği şeyleri kontrol edemez. Kontrol edebileceği tek şey o başına gelen şeye karşı nasıl davranış sergileyeceğidir. Dolayısıyla tüm öğretisinde de buna odaklanır. Yani her ne olursa olsun, davranışlarını ve düşüncelerini kontrol altında tutarlar ve doğru olduğunu düşündükleri şeyleri yaparlar. Bu bazen stoacı insanların duygusuz olduğu şeklinde yanlış bir izlenime neden olur. Hayır, stoacılar insanlıktan çıkmış değildir. Ancak hissettikleri nedeniyle doğru olanı yapmama riskini göze almazlar. Örneğin bir stoacı öfkelenmez diye bir şey diyemeyiz. Ancak öfkesinin onu kontrol etmesine ve söyleyeceklerini değiştirmesine izin vermez. Öfkenin ya da üzüntünün onu ele geçirmesine izin vermez.
Özellikle başına gelen şeylerden yakınan insanlar için stoacılık felsefesi iyi bir felsefe olabilir. Kendini kurban olarak görmeye, talihsiz olarak görmeye karşıdır. Marcus Aurelius der ki: “Bu benim başıma geldiği için talihliyim, zira bana hiçbir zarar veremedi ve şu andaki, ya da gelecekteki yaşamım için de korkmuyorum. Çünkü herkesin başına talihsizlik gelebilir ama herkes talihsizliği zarar görmeden atlatamaz.”
Şikayet etmek, insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biridir. İçimizdeki kurban tohumunu ve çaresizlik tohumunu sular, bu tohumların büyümesine ve bizim içimizde serpilmesine neden olur. Stoacılık buna izin vermez. Seneca diyor ki: “Direnebiliyorsan, diren. Şikayet etmeyi bırak.”
Stoacılık bireysel değil, toplumsaldır ve toplumun refahı için mücadele eder. Bunu Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler eserinde sık sık görürüz. “İnsan insan içindir. Ya eğit onları, ya da onlara katlan.” İnsanların iyiliği için sıklıkla çabalamamız gerektiğini bize öğütler. Düşmanlık duymamamızı, hepimizin ölümlü olduğunu ve birbirimize karşı hoşgörülü olmamız gerektiğini hatırlatır.
“Seni rahatsız eden ne? İnsanların kötülükleri mi? Öyleyse, şunları hiç aklından çıkarma: Rasyonel canlılar birbirleri için yaratılmıştır, birbirini hoş görmek adaletin bir parçasıdır, kötülükler istemeden yapılır; birbirine düşman olan, birbirinden nefret eden, şüphelenen, savaşta birbirlerini öldüren onca insan sonunda ölüp küle dönüşmedi mi?”
Stoacılıkla ilgili şimdilik son olarak söylenmesi gereken en önemli söz belki de ölümü sıklıkla hatırlatmasıdır. “Memento mori”. Bu aslında bizim ölümü hatırlayıp karamsar bir moda bürünmemiz için değil, tam aksine hayatımızı dolu dolu yaşamamızı bize öğütleyen bir sözdür. Marcus şunu der: “Yaşayacak on bin yılın varmış gibi davranma. Kaderin başının üzerinde asılı. Yaşadığın sürece mümkün olduğunca iyi ol.”
Marcus diyor ki: "Kanaatini ortadan kaldırırsan, kötülüğe uğradım şikayeti ortadan kalkar. Kötülüğe uğradım şikayetini ortadan kaldırırsan, zarar ortadan kalkar."
Bu ilk baktığımızda bir nevi polyannacılık gibi gelse de, farkında olmadan sürekli bunun tam tersini yapmaktayız. Seneca diyor ki: “Gerçekten çok, hayallerimizde acı çekeriz.” Olmamış bir şeyi olmuş gibi düşünür, buna bir an inanırız ve bunun bizi negatif yönde etkilemesine izin veririz. Belki de o kötümser düşüncemiz hiç gerçekleşmeyecek. Ancak gerçekleşecek olsa bile, gerçekleştiği an üzüleceğimiz gibi, bir de şimdi herhangi bir kesinlik yokken üzülüyoruz. Halbuki hayatımız yaşadığımız andan ibarettir. O anı neden sadece bir olasılık uğruna harcayalım?
Marcus Aurelius, gördüğümüz ya da duyduğumuz şeylere derinlemesine bakmadan hemen onları doğru görmememizi de söyler. “Duyduğumuz her şey bir fikirdir, doğru değil. Gördüğümüz her şey bir bakış açısıdır, doğru olan değil.” O halde, gördüğümüz ya da duyduğumuz şeyleri hemen o an kabullenip etkisi altına girmemeliyiz. Önce sakin bir kafayla tartmalı ve ondan sonra da doğru olanı yapmalıyız.
Stoacılık, iyi ya da kötü diye bir ayrımın varlığına çok inanmaz. Bunların bizim fikirlerimizden kaynaklandığını söyler. Ancak tatsız şeyler yaşanacaktır. Yaşlanacağız, hasta olacağız, sevdiklerimizden de ayrılacağız zamanı geldiğinde. Bunlar da iyi ya da kötü olarak nitelendirilmez, ancak biz tatsız diyebiliriz. Marcus Aurelius, bu şeylerden yararlanmamızı ve hayatımızı ona göre yaşamamızı söyler: “Kalan günlerinde, sana acı veren her şeyde bundan faydalan: “Bu bir talihsizlik değil, aksine buna yiğitçe katlanmak talihtir.”
Stoacılık kaderci bir bakış açısına sahiptir. İnsanın başına gelen şeyler üstünde kontrolü olmadığını düşünür. İnsan yalnızca o olaylara karşı nasıl baktığını ve nasıl davrandığını kontrol edebilir. O halde kontrol edemeyeceği şeylerle savaşmak yersizdir. Bu yüzden de, başına gelen şeyleri talihsizlik olarak görmemeyi seçer. Aksine, onlara karşı yiğitçe katlanabildiği için kendini talihli görür. Zira başına gelen şeyi kontrol edemiyor olsa da, ona karşı katlanıp katlanamayacağına kendi karar verir.